28 Şubat 2014 Cuma

İlaç devi Bayer'den itiraf: Kanser ilacını zenginler için geliştirdik


Bayer firmasının kanser ilacı Nexavar için hasta başına yılda 67 bin dolar talep ettiği belirtildi. Firmanın CEO'su Marjin Dekkers, 'İlacı Hintliler için değil, zengin Batılılar için geliştirdik' dedi


Birçok sivil toplum kuruluşu, Bayer CEO'su Marijn Dekkers’in “Biz bu ilacı Batılı zenginler için ürettik” açıklamaları nedeniyle dava açacağını açıkladı. Bayer yetkilileri Dekkers’in açıklamalarının yanlış anlaşıldığını iddia etse de bu açıklama kabul görmedi. Dekkers’in geçen aralık ayında FT Pharma Konferansı’nda yaptığı konuşmadaki sözleri, haftalık Amerikan dergisi Business Week’in bu sözlere son sayısında yer vermesiyle duyuldu. 

Habertürk'te yer alan habere göre, Hindistan hükümetinin böbrek, karaciğer ve tiroit kanseri tedavisinde kullanılan ilacın patentsiz üretimine izin vermesine tepki gösteren Dekkers, bunun aslında “hırsızlık” olduğunu ileri sürdü ve “Biz bu ürünü Hindistan pazarı için geliştirmedik. Bu ürünü doğrusunu söylemek gerekirse Batı’daki bunu alabilecek maddi güce sahip insanlar için geliştirdik” ifadesini kullandı. Bayer firmasının söz konusu kanser ilacı için hasta başına yılda 96 bin dolar talep ettiğine, Hindistan’da da üretilmeye başlanan ilacın ise sadece 177 dolara satıldığına dikkat çekildi.

26 Şubat 2014 Çarşamba

2050’LERDE HANGİ GIDALARI, NE MİKTARDA TÜKETECEĞİZ?

Küresel ısınma başta olmak üzere, artan nüfus ve yükselen refahla birlikte daha fazla günlük kalori gereksinimi gibi birçok nedenle 2050’lerde bugünkü üretilen gıda maddeleri miktarının %50-%70 artırılması gerektiği öngörülmektedir.



Küresel ısınma başta olmak üzere, artan nüfus ve yükselen refahla birlikte daha fazla günlük kalori gereksinimi gibi birçok nedenle 2050’lerde bugünkü üretilen gıda maddeleri miktarının %50-%70 artırılması gerektiği öngörülmektedir. Fakat nüfus artışından kaynaklanan kişi başına yıllık tarım alanlarındaki dramatik düşüş ilgilileri gerçekten düşündürmektedir.  Nitekim şu anda her yıl işlenen 1,38 milyar hektar araziden bir kişiye düşen pay, 1960’larda 4,5 dekar (4500 m2) iken 2010 yılında 2,4 dekara düşmüş, 2050 yılında da 1,8 dekara inmesi beklenmektedir. Peki bu açık nasıl kapatılabilecektir? Yalnız birim alandan kaldırılacak ürünün, yani verimin artırılması çare olabilir mi? İşte burada tarım stratejistlerinin gelecekte hangi tarım ürününün ne miktarda tüketilmesinin beklendiğini bilme zorunluluğu öne çıkmaktadır. Bu soru başta FAO, Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD), Dünya Gıda Programı (WFP), Dünya Kaynaklar ıEnstitüsü (WRI) ve CGIAR gibi çok sayıda uluslar arası kuruluş raporlarında yanıt bulmaktadır.  Çizelgeden de anlaşılacağı gibi ana ürünlerin 2005, 2006 ve 2007 yıllarında kişi başına yıllık tüketim ortalamaları ile 2050 yıllarında beklenen değerler ele alınmış ve farkların, gözlenen değerlere oranı (%) hesaplanarak son sütundaki çarpıcı verilere ulaşılmıştır. Bu rakamlara dayanarak, hangi ürünlerin daha çok tüketileceği kolayca anlaşılmaktadır. Bu verilere göre gelecekte bazı ürünlerin araştırmasına, yatırımına ve üretimine öncelik verebiliriz.

AB 2007’de işleme koyduğu 7. Çerçeve araştırma projelerinde bilme dayalı biyoekonomik projelerinde önceliği baklagil ağırlıklı bitkilere vermiştir[1]. Bu yaklaşımda ilke, Akdeniz diyetinin temel gıdası olan bu ürünün, özellikle kuzey Avrupa’ya yayılması ve sağlıklı beslenme açısından toplumuna sahip çıkarken, sağlık giderlerini de azaltmaktı. Bu örnekten hareketle, çizelgedeki oranları ülkemiz tarımı için tek tek ele alalım:
*      Önce kişi başına yıllık kilokaloride beklenen artışa bir göz atalım: 2772’den 3070’e çıkması beklenen bu enerjinin karşılanması için, gerek bitkisel ve gerekse hayvansal gıda tüketiminde artışlar yaşanacağı ve bu nedenle söz konusu ürünlerin diğerlerine nazaran öne çıkacağı bir gerçektir.
*      Tahıl tüketiminde sanki bir değişim olmayacakmış gibi görünen “%1” aslında biraz yanıltıcı. Çünkü Çin gibi yüksek nüfuslu bir ülke hızla buğdaydan pirince geçişi izlediğimiz bu günlerde, tahılların içinde ayrı bir değerlendirme yapılmasını zorunlu kılıyor. Nitekim Türkiye’de de kentleşmeden de kaynaklanan nedenle, yıllık kişi başına pirinç tüketiminin son 30 yılda iki misline çıktığına bu linkte detaylı olarak değinmiştir.  
*      Kişi başına yıllık şeker tüketiminin belirtilen süre içerisinde 22 kg. dan 25 kg. a çıkmasının beklenmesi sakın şeker pancarı üreticilerini sevindirmesin. Çünkü şeker kaynağı olarak şeker kamışı öne çıkacaktır. Hatta şeker pancarı, ekim alanı daralacak tek kültür bitkisi olacaktır.
*      Baklagil tüketiminde bir kg.lık artış aslında bu gurup bitkilerin %15 artışı anlamına gelmektedir.
*      Çizelgede en fazla artış beklentisi bitkisel yağlarda izlenmektedir. İthalatçısı olduğumuz bu katagori için Türkiye’nin özel stratejiler geliştirmesi gerekecektir.
*      Et ve süt konusu tartışılmaz tüketimi artması beklenen gıda kaynaklarıdır.  

Bu gıda katagorilerinin beklenen artışlarına göre her ülkenin gerekli yatırım ve araştırmalara yeniden yön vermesi gereği karşımıza çıkıyor. Peki, politikacısından bürokratına, bilim adamından, yatırımcı özel sektörüne bu detaylara ne oranda vakıfız? Geleceğin planlanmasında zaten adı geçen şahıs ve birimler değil de “düşünce kuruluşları” görev üstlenmişlerdir.

Daralacağı beklenen ekim alanlarına karşın daha fazla üretmek için birim alandan daha fazla verimi sağlayacak biyoekonomik araştırmalar için bütün ülkeler adeta yarış içindedirler. Diğer taraftan küresel ısınma ile birlikte oluşacak koşullara uyabilecek yeni çeşitler (bakınız) için her ülke bitki ıslahına yönelik çok farklı sistemler-stratejiler geliştirmek zorundadırlar. Nitekim BRIC ülkeleri tarımsal araştırma sistemlerini adeta yeniden yapılandırmışlardır. BREZİLYA tohum ıslahının önemini fark eden ilk gelişmekte olan ülke olarak- Tarım Bakanlığı, Tohumculuk sektörünü ve Üniversiteleri Tarımsal Araştırma Konseyi “EMBRAPA” adı altında toplamıştır. Bu kuruluş Brezilya’nın birçok üründe dünya pazarında lider olmasını sağlarken, yalnız “çeşit geliştirme” ile de kalmamıştır. Geliştirilen çeşitler öylesine agronomik olanaklara fırsat yaratmıştır ki, üreticisine bir yılda iki soya ve bir yılda “buğday + soya” yani aynı araziden yılda iki ürün alma fırsatı sağlamıştır (bakınız).

Hindistan tarımsal araştırmalarını ICAR (Hindistan Tarımsal Araştırma Konseyi) 59 enstitüsü, 69 Ziraat Üniversitesi ve  636 istasyonu ile  onlarca kültür bitkisinde biyotek çeşit adayları ile ülkenin yarınları için gerekli yeni çeşit gereksinimini karşılamaktadırlar 

Peki, Türkiye onlarca Ziraat Fakültesinde (biyoloji bölümlerini de unutmayalım) çalışan binlerce araştırıcıyı devreye sokmayarak, yani bir ulusal “Tarımsal Araştırma Konseyini” hala kurmadan geleceğin yeni çeşitlerini nasıl geliştirecek? Batıda var olan özel bitki ıslahı kuruluşları genelde Üniversite kaynaklı “melek yatırımcılarca”  kurulmuştur. Tabii ki Üniversitenin devrede olmadığı genetik çalışmalar, gerekli yarı-yol materyali sağlayamayacaktır. İşte royalite de (ıslahçı hakkı) ödenerek ithal etmek zorunda kaldığımız TOHUMUN çözülemeyen sorunu burada başlıyor.
Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz

25 Şubat 2014 Salı

Nişasta Bazlı Şekerler Yüzyılın En Büyük Felaketi


Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, son günlerde gıda sektörüne yönelik arka arkaya gündeme gelen olumsuz haberlerin bir taraftan tüketicilerin güvenini zedelerken, günlük hayatta sık kullanılan ürünlerde sağlığa zararlı maddelerin bulunmasının da bir o kadar insanlar üzerinde tedirginlik doğurduğunu bildirdi.


İsa Gök, gıda skandallarına her gün bir yenisinin eklendiği günümüzde özellikle piyasada satılan balların sahte olduğu yönündeki iddialar ile zeytinyağında hile şüphesi, salam, sosis ve sucuklarda virüse rastlandığına ilişkin haberlerin tüketicilerin sektöre olan güvenini kaybetmesine neden olduğunu söyledi. Gök, "Gelinen noktada insanların kafasında 'Biz artık hangi ürüne, nasıl güveneceğiz?' şeklinde de birtakım soru işaretleri bırakmıştır. Geçtiğimiz günlerde hammaddesi bir böcek olan ve kola, çikolata, bisküvi, sakız, dondurma, meyve suyu, yoğurt ve daha birçok ürünün renklendirilmesinde kullanıldığı iddia edilen karminin gündeme taşınması konunun önemini bir kez daha gözler önüne sererken, karmin içerikli ürünlerin Türkiye'de de birçok firma tarafından gıda üretiminde kullanıldığına dikkat çekilmesi sağlığımızın hangi boyutlarda tehdit edildiğini de açıkça ortaya koymuştur. Bütün bu gelişmeler yaşanırken, Türk Gıda Kodeksi'nin bu tür katkı maddelerine davetiye çıkartan yaklaşımı ise tartışmanın bir başka boyutuna işaret etmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Söz konusu karmin maddesinin dışında merdiven altı imalat ve nişasta bazlı şekerlerin kotalarının her yıl Bakanlar Kurulu'nca arttırılması ile meydanı boş bulan NBŞ kartelleri reçelden bala, şekerlemelerden çikolata ve süt ürünlerine kadar birçok gıdanın üretiminde insan sağlığı gözetmeden mısır şurubunu kullanabilmektedir."
"NBŞ ŞEKERDEN YÜZLERCE KAT DAHA TATLI"
"Şekerden yüzlerce kat daha tatlı olan ve sağlığımızı olumsuz etkileyen yapay tatlandırıcıların ithalatındaki artışın temel nedeni şekere göre çok ucuz olmasıdır " diyen Gök, Amerika'da bir dönem yasaklanan, kansere neden olduğu iddia edilen, diyetisyen ve doktorlar tarafından kullanılmaması tavsiye edilen yapay tatlandırıcıların Türkiye'de özellikle büyükşehirlerde tezgahlarda çok ucuz fiyatlara açıktan satıldığını bildirdi. Gök şunları söyledi:
"Bu ürünlerin ithalatını her yıl daha da artırmaktadır. Mesela, kimyasal tatlandırıcılardan aspartam ve sakarin, market raflarındaki diyet kola, düşük kalorili yoğurt ve şekersiz sakızın yanı sıra açıktan satılan baklava, reçel, helva ve süt tatlıları gibi birçok üründe rahatlıkla şeker yerine geçerken, insanlarımız aldığı birçok ürünün içinde kimyasal tatlandırıcı kullanıldığını bilmemekte, ucuz olduğu gerekçesiyle bu ürünleri tercih etmektedir. Oysaki işin sağlık boyutu dikkate alındığında on kat daha ucuza alınan ürünün sağlığımız üzerindeki olumsuz etkisi sebebiyle cebimizden kat kat daha fazlası çıkarak, bedelini vücudumuz ödeyecektir. Yani ucuz etin yahnisi bize çok pahalıya patlayacaktır."
"NBŞ'LER YÜZYILIN EN BÜYÜK FELAKETİ"
Açıklamasında "Bize göre sağlık boyutuyla yüzyılın en büyük felaketleri arasında sayabileceğimiz nişasta bazlı şekerlerin günlük hayatta tükettiğimiz ürünlerin imalatında kullanılması gelecekte insan sağlığının önü alınamayacak boyutlara ulaşmasına neden olabilecektir" diyen Şeker-İş Sendikası Başkanı Gök, şeker pancarından elde edilen doğal şeker yerine farklı işlemlerden geçirilerek enzimlerine ayrıştırılan mısır şurubunun kullanılmasının başta obeziteye bağlı olmak üzere birçok hastalığa davetiye çıkardığının uzmanlar tarafından bildirildiğini söyledi. Gök, "NBŞ üretimiyle ülkemizde doğal şeker üretimine de darbe vurulmaktadır. Tatlandırıcıların kontrolsüz üretimi ve ithalatı, bavul ticareti ve sınır ticareti yoluyla ülkemize fazla miktarda girmesi engellenmediği taktirde şeker fabrikalarının kapanmasının yerli katma değer kaybının ve sektörden ekmek yiyen milyonlarca insanın iş ve aşını kaybetmesinin önüne de geçilemeyecektir. Önü alınamayan tatlandırıcı ithalatı ve NBŞ kotalarının her yıl Bakanlar Kurulu'nun inisiyatifi ile artırılması, beraberinde piyasada insan sağlığını olumsuz etkileyen katkı maddeli sahte bal, reçel, kola, meyve suyu gibi daha sayamadığımız birçok ürünlerin boy göstermesine sebebiyet verebilecektir. Alınması gereken tedbirlerin en başında ise ilgili bakanlıkların yapay tatlandırıcıların ithalatı ve nişasta bazlı şekerlerin kotalarını ülkemiz insanının sağlığı adına yeniden gözden geçirerek, NBŞ kotalarını AB ülkeleri seviyesine çekmesi ve halkın sağlığıyla oynayanlara en ağır cezai müeyyideleri uygulaması gelmelidir. Aksi taktirde NBŞ'lerde her kota artırımı karşımıza sahte bal gibi çok farklı ürünleri de çıkartacak, Türkiye'nin sağlığı giderek bozulacaktır" dedi. 

Sütte inanılmaz iddia


"Süt bozulmasın diye çamaşır sodası katıyorlar."


Bursa'nın İnegöl İlçesi'nde, Süt Üreticileri Birliği Başkanı Şaban Çetizli, ilçedeki bazı üreticilerin, sütün bozulmaması için içerisine çamaşır sodası kattıklarını iddia ederek bunun kontrol edilebilmesi için kaymakamlıktan analiz cihazı almasını istedi.

DHA'nın haberine göre İnegöl Kaymakamı Aziz İnci ve İlçe Tarım Müdürü Mahmut Doğru, tarımla ilgili sıkıntıları dinlemek içinSüt Üreticileri Birliği Başkanı Şaban Çetizli ve yönetim kurulu üyelerini ziyaret etti. ZiyaretteSüt Üreticileri Birliği Başkanı Şaban Çetizli, Kaymakam Aziz İnci'ye İnegöl'deki bazı süt üreticilerinin çabuk bozulmaması için sütün içerisine çamaşır sodası kattığını söyledi. Çetizli, bu konuda ciddi sıkıntıları olduğunu, eskiye nazaran çamaşır sodası kullanan üreticiler azalsa da henüz tamamen temizleyemediklerini ifade etti. Günlük 70 ile 80 ton sütün üretildiği İnegöl'de bunu aşmak için bir analiz cihazına ihtiyaç olduğunu belirten Şaban Çetizli hem Kaymakam Aziz İnci'den hem de bu konuda duyarlı işadamlarından yaklaşık 10 bin TL'lik bu yatırım için destek istedi.

Denetimler çok iyi yapılmalı

Acil önlem alınması gerektiğini ifade eden Kaymakam Aziz İnci de bu konunun üzerine gideceklerini ifade etti. Süte karıştırılan çamaşır sodasını 'Sağlık Terörü' olarak nitelendiren İnci, İnegöl'ün bir sanayi şehri olduğu kadar önemli bir tarım şehri de olduğuna dikkat çekti. İnci, "İnegöl'de günlük 70 tonun üzerinde süt üretiliyor. Kayda alınan miktar var, bir de kayıt dışı bir miktar var. Maalesef denetim altında tuttuğumuz, sürekli gözetim altında olan gıdaların yanında, adına gıda terörü diyebileceğimiz, her türlü insani ölçüden uzak üretim ve satışlar da yapılabiliyor. Konumuz da bunlarla mücadele etmek. Hem kayıpları önlemek için bunları kayıt altına almamız gerekiyor hem de vatandaşın sağlığı ve hayatıyla çok yakından ilgili olan gıda terörü dediğimiz yanlış uygulamaların önlenmesi açısından bir işbirliği yapmamız gerekiyor. Kontrollerimizi ve denetimlerimizi hem mesleki hem de kamu kurumlarımızın çok iyi yapması gerekiyor" dedi.

Uyuma güçlüğü çekenler için kafeinsiz çay

Rize Ticaret Borsası (RTB) Başkanı Mehmet Erdoğan, akşamları çay içtikten sonra uyuma güçlüğü çekenler için "kafeinsiz" çay üreteceklerini söyledi.


RİZE - AA - Rize Ticaret Borsası (RTB) Başkanı Mehmet Erdoğan, borsa binasında gazetecilere yaptığı açıklamada, çeşitli üniversitelerde yaptıkları anket çalışmasında öğrencilerin çay içtikten sonra uyku sorunu yaşayacakları düşüncesi ile akşam çay içmedikleri sonucunun ortaya çıktığını belirtti. 

"Akşam çay içme, uykun kaçar" sözünün öğrenciler arasında çok yaygın olduğunu ifade eden Erdoğan, "Öğrenciler akşamları çay içmiyor. Aileler çocuklarına okula kalkamayacak diye çay vermiyor. Bunda çaydaki kafeinin uykusuzluğa yol açtığı düşüncesi hakim. Bu nedenle kafeinsiz, düşük ve yüksek kafeinli üç çeşit çay üreteceğiz. Düşük kafeinli çayı 'Akşam Çayı' olarak adlandıracağız. Kafeinsiz çay ile insanlar artık çay içtikten sonra uyku problemi çekmeyecek hem de çaydan aynı tadı ve zevki alacak" dedi. 

Farklı projelerle Türk çayının dünya piyasasında hızla yükselmesini hedeflediklerini kaydeden Erdoğan, "ÇayTürk insanı için vazgeçilmez bir gerçek. Her zaman soframızda, işimizde her yerde yanı başımızda. En sıcak dostumuz ancak Türk çayının toplanmasından, demlenmesine, sunumuna kadar birçok sorunu olduğu gerçeğinden de kaçamayız. 'Çay Tadımcılığı' ve 'Çay Demleme ve Sunum Uzmanı Yetiştirme' projeleri ile pazara önemli katkı sağladık. Artık insanların damak tadına ve beklentilerine uygun çaylarla dünya piyasasında yerimizi almak istiyoruz" diye konuştu. 

Erdoğan, gelişen gıda sektöründe Türk çayının da 2023 yılında önemli markalardan biri olabilmesi için yenilikleri devreye sokması gerektiğini sözlerine ekledi. 

Hazır kıymalarda büyük tehlike

Kırmızı rengine aldanarak 'yağsız' diye aldığınız kıymalar hileli çıkabilir. Az kıymaya bol sakatat katan hileciler, içine bir de kırmızı boya basıp, vatandaşı kandırıyor.


Gıda skandallarıyla sarsılan Türkiye'de hilelerin ardı arkası kesilmiyor.
Denetimlere ve yaptırımlara rağmen vatandaşın sağlığı ile oynamaktan vazgeçmeyen hileciler, elini hazır kıymadan çekmiyor. Öyle ki, gözünü para bürümüş hileciler, kâr amacıyla iftar sofralarına bile hile bulaştırıyor. İçinde bulunduğumuz Ramazan ayında hazır kıymalarla ilgili şikayetlerde artış yaşanıyor.

Bir tüketici, hazır kıymadaki gıda boyasına dikkat çekiyor. Hazır kıyma ile yapılan yemeğin kırmızıya boyandığını söyleyen tüketici, bakın neler anlatıyor: "Annem iftarda sulu köfte yaptı. Yemek turuncuya boyandı. Eli nereye değse kıymadaki boya yağlı boya gibi çıktı. İnsan sağlığı ile nasıl oynanıyor siz düşünün. Bizim aldığımız kıymaya gıda boyası konulmuş."

'CAN BOĞAZDAN GİDİYOR'

Türkiye Yemek Sanayicileri Dernekleri Federasyonu (YESİDEF) Başkanı Hüseyin Bozdağ da, hazır kıymalarla ilgili olarak TAKVİM'e önemli açıklamalarda bulundu. Hazır kıymaya konulan boyanın insan sağlığına zararlı olabileceğine dikkat çeken Bozdağ, "Her türlü katkının uzun vadede sağlığa büyük zararları var. 'Can boğazdan gelir' lafı artık 'Can boğazdan gidiyor'a döndü. Hastanelerin önünde uzun kuyrukların olması tesadüf değildir" dedi. Hilecilerin hazır kıymaya böbrek, karaciğer ve akciğer gibi sakatatlar da koyduğunu söyleyen Bozdağ, "Sakatatın rengi açık olduğu için boyama gereği duyuyorlar. Bu sakatatlar zararsız gibi görünse de ortada bir hile var. Nasıl ki, 'Yüzde 100 dana eti' denilen sucukta tavuk eti bulundu; firmalar afişe edildi, bu da aynı şekilde bir hileciliktir" diye konuştu.

GIDA BOYASI BÖBREKLERİ VURUYOR

Doğal yollarla üretilen renklendiriciler pahalı olduğu için kimyasal metodlarla sentetik olarak üretilen gıda boyalarına başvuranlar, göz göre göre sağlığımızla oynuyor. Doğal renklendiriciler pahalı olduğu için, hilecilerin ucuz sentetik boyaları kullandığı belirtiliyor. Sentetik gıda boyası, başta böbrek tümörü olmak üzere kurdeşen, rinit, alerji, hiperaktivite, kromozom hasarı, karın ağrısı, bulantı ve kusma, hazımsızlık ve iştahsızlığa yol açıyor. Sentetik gıda boyası kıymanın yanı sıra unlu gıdalar, pasta, tatlı, çerez, dondurma, içecek, konserve balık ve hazır çorba gibi gıdaların üretiminde de kullanılıyor.

'İÇİNDEKİLER' BÖLÜMÜNÜ İNCELEYİN

Aldığımız gıdalarda hangi renklendiricilerin kullanıldığını nereden bilelim?' diye soranlara uzmanlar şu yanıtı veriyor: "Mutlaka gıda maddelerinin etiketine bakın. Etikette hangi katkı maddesinin hangi amaçla kullanıldığı yazmaktadır. Örneğin; bir alkolsüz içecekte içindekiler bölümünde şu ifadeleri bulabilirsiniz: İçindekiler: Su, şeker, kola üzütü, renklendirici (E160a) gibi. Katkı maddeleri uluslararası E kodu ile gösterilir.

GDO'cular insanları kobay yerine koyuyor


                    GDO'cular insanları kobay yerine koyuyor

Son zamanlarda GDO'lu ürünler konusu yeniden gündeme gelirken bazı haber ve yorumlarda kamuoyuna yanlış bilgiler verildiğini belirten TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, yayımladığı bir bildiri ile "Karşı çıktıkları noktanın tüm insanlığın ve doğanın kobay olarak kullanılması"olduğunu bildirdi.


Bugün GDO’lu tohumlar da insanlık yararına çok güçlü aşılar, şeker hastaları için insülin gibi ürünler de modern biyoteknoloji vasıtasıyla üretiliyor. Yoğurt, peynir, sirke gibi pek çok ürünü klasik biyoteknoloji ile alıyoruz. Kimse biyoteknoloji ürünlerini toptan reddetmiyor. İtirazımız GDO’lu tarım ürünlerinin abartılı ve gerçekle bağdaşmayan bir şekilde reklamının yapılması, olumsuzlukların görmezden gelinerek tüm insanlığın ve doğanın kobay olarak kullanılmasınadır. 


Ölümcül Hastalıklara Neden Olabilir!

Ölümcül Hastalıklara Neden Olabilir!


Metal kutuların üzerine depolama sırasında bulaşan bakteriler ve mikroorganizmalar halk sağlığını tehdit ediyor; ölümcül hastalıklara neden olabiliyor.



Metal kutulu içeceklerin üzerine bulaşan tehlikeli bakteriler ölümcül hastalıklara yol açıyor. Medical Park Bahçelievler Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Engin Türkmen, depolama esnasında ortaya çıkan enfeksiyon risklerinin halk sağlığı için büyük tehlike oluşturduğunu ve ölümcül hastalıklara yol açabileceğini söyledi. 

Dezenfekte edilmeden ağızla temas eden kutu içeceklerin Leptospiroz, basit ishaller, dizanteri, karın ağrıları, mantar hastalıkları, Tüberküloz ve Hepatit A gibi yiyecek ve içecek yoluyla bulaşan hastalık risklerine dikkat çeken Dr. Türkmen; “Kutu içecekler hijyenik koşullarda üretiliyor olsa da ambalajlama ve depolama sırasında ağızla temas eden kısma bulaşan mikroorganizma ve bakteriler halk sağlığı için büyük tehlike yaratıyor” diye konuştu.

Depolardaki Fareler Hastalık Saçıyor

Kutu içecekler yüzünden meydana gelen ve tıp literatürüne geçen önemli bir vakayı hatırlatan Dr. Türkmen; “Kutu içeceği marketten alan bir çocuk hiçbir dezenfeksiyon önlemi almadan içeceği tüketiyor. Çocukta önce sarılık ortaya çıkıyor. Hem karaciğer hem de böbreklerde etkilerinin ortaya çıkmaya başlamasıyla, doktorlar Leptospira mikrobunun varlığından şüpheleniyor. Oldukça sağlıklı ve hijyenik bir ortamda yaşayan çocuğun evinde tükettiği yiyecek ve içecekler incelendiğinde, kutu içecek üzerinde, fare idrarında bulunan bakterilere rastlanıyor ve bu bakterilerin depolama esnasında ortamda bulunan farelerden bulaştığı tespit ediliyor Leptospira adlı bakterinin etken olduğu Leptospiroz hastalığı hayvanlardan bulaşıyor. Karaciğer ve böbrek gibi farklı organlara yerleşerek yüksek ateş, sarılık ve kanlı idrar semptomlarıyla ortaya çıkan Leptospiroz, kan yoluyla yayılarak enfeksiyona neden oluyor.” 

Pipet Kullanmak da Çözüm Değil

Metal kutuların üzerinin yıkanmasıyla, peçeteyle silinmesiyle veya tüketirken pipet kullanmakla hastalıkların önüne geçmek çoğu zaman mümkün değil. Yaygın görüşün aksine pipet kullanımının da hastalıkların önüne geçmek için yeterli olmadığını belirten Dr. Türkmen; “İçeceklerin tüketimi sırasında kullanılan pipetler de hijyenik değil. Pek çoğunun ambalajı parşömen kâğıdından yapılıyor, ambalaj kolaylıkla yırtılabiliyor. Pipetlerdeki risk, kutu içecekler üzerindeki bakterilerden daha tehlikelidir, üretim şekli ve üretim yerinin bilinmemesi ve dezenfeksiyon eksiklerinin olması da enfeksiyon risklerini artırıyor. Ayrıca kutu açıldığı sırada içecekle temas eden metal kısımda bulunan bakteriler de hastalıklara davetiye çıkarıyor” dedi.

Dezenfekte Edip Koruma Aparatı Takmak Şart

“Mikroplar toplu iğne başı büyüklüğünde bir yüzeyde bile olsa hayati risklere yol açabilir. Bu konu oldukça önemlidir. Örneğin dizanteriye yakalanmak için sadece 200 adet mikrobun vücuda alınması yeterlidir” diyen Dr. Türkmen; marketlerden alınan ve restoranlarda tüketilen metal kutulu içecekler için üretim aşamasında dezenfekte edilip takılacak aparatlarla bakterilere karşı güvenlik duvarı oluşturulabileceğini, içeceğin tüketilmesinde oluşturulacak güvenlik duvarı ile enfeksiyon riskleri azaltılabileceğini ifade etti.

Tahinin Faydaları

Tahinin Faydaları

Pek çok kişi tahinin neden yapıldığını merak eder. Tahin susamın ezilerek yapılması sonucu elde edilir.

Pek çok kişi tahinin neden yapıldığını merak eder. Tahin susamın ezilerek yapılması sonucu elde edilir. Yani tahin susamın yağından yapılır. Tahin özellikle de kış mevsiminde tüketilir ancak içerisinde yer alan vitamin ve mineraller nedeni ile uzmanlar tahinin 4 mevsim yenmesi gerektiğinin altını çiziyorlar.

Tahinin ana maddesi olan susamın içerisinde yüzde otuzu aşan oranda protein bulunurken bunun yanı sıra ayrıca yüzde 55 oranında da yağ bulunuyor. Bunların yanı sıra ayrıca tahin içerisinde bol miktarda A, B, E vitaminleri ve mineral olarakta çok büyük oranlarda demir ve kalsiyum içermektedir.

Tahin içerisinde bulunan tüm bu bileşenler sayesinde etkili antioksidanlar grubunda yer alır. Bu özelliği sayesinde hücre yapılarının bozulmasını engellediği için hem kanseri engellemede hemde tedavi aşamasında bol bol tüketilmesi önerilen bir besin maddesi olarak kabul edilmektedir. Bunun yanı sıra tahin kalp ve damar sertliği içinde önerilmektedir. Çünkü damar sertliğini önler ve damarlarda meydana gelebilecek tıkanmaları önlemekte fayda sağlamaktadır. Tahin pekmez ile tüketilebileceği gibi bunun yanı sıra ayrıca tek olarak ve hamur işlerinde de kullanılabilir. 

24 Şubat 2014 Pazartesi

Mutlaka Alınması Gereken 5 Temel Vitamin

Mutlaka Alınması Gereken 5 Temel Vitamin

Mutlaka Alınması Gereken 5 Temel Vitamin
Uzmanlar, beş temel vitamin haricinde birçok vitaminin fayda sağlamadığını belirtiyor.
Amerikanın Sesi’nin haberine göre Smithsonian dergisinden Joseph Stromberg’in yazısına göre son zamanlarda tıp makalelerinde bu konuda yayınlanan birçok araştırmada varılan ortak bir nokta var: Vitamin ve mineral katkılarının büyük bir çoğunluğu bir işe yaramıyor. Bu konuda yazan çok kişi de halkı uyararak, vitamin ve minerallere daha fazla para harcamamaya çağırıyor.
Yapılan araştırmalar, yararlı olduğunu düşündüğümüz birçok vitamin ve mineralin aslında pek de faydalı olmadığını ispatlıyor. Örneğin, multi-vitaminlerin kanser ya da kalp rahatsızlıkları riskini azaltmadığı, antioksidanların da kansere karşı etkili olmadıklarını gösteriyor. Halk arasında yaygın olan, C vitamininin soğuk algınlığına iyi geldiği kanısı da yanlış. Bu konuda yapılan tüm araştırmalar da bunu kanıtlıyor. Uzmanlar, C vitamini hakkındaki bu kanının 1970’li yıllarda yapılan teorik bilimsel açıklamadan kaynaklandığını belirtiyorlar
İnsan vücudunun her ne kadar bu vitaminlere ihtiyacı olsa da, gelişmiş ülkelerde yaşayanlar bu vitaminleri tükettikleri gıdalar yoluyla fazlasıyla alıyorlar. Uzmanlar, özellikle A, C, E ve beta karoten vitamin ve minerallerinin fazla dozda alınmasının vücuttaki antioksidanları arttırdığı için, kansere ve diğer rahatsızlıklara yol açma riskinin olduğunu belirtiyor.
Fakat insan sağlığına faydalı olan bir grup vitamin ve mineral var. Uzmanlar, bu vitamin ve minerallerin belli ihtiyaçları olan kişiler için son derece faydalı olduğunu belirtiyor.
D Vitamini
Vitaminler grubunda en faydalı vitamin olarak bilinen D vitamininin, ömrü uzattığı laboratuvar deneylerinde ispatlanmış. Kemik sağlığı için son derece önemli olan D vitaminin ayrıca çocuklarda grip olma riskini azalttığı da belirtiliyor.
Probiyotikler
Vücüdumuzda, özellikle de sindirim sistemimizde yaşayan belli bakterilerin sağlığımız için ne kadar önemli bir rol oynadığını ispatlayan uzmanlar, bu bakterilerin antibiyotiklerle yok edilmesinin son derece sakıncalı olduğunu belirtiyorlar. Bu nedenle antibiyotik kullanımından sonra ya probiyotik takviyesi yapmayı ya da yoğurt yemeyi tavsiye eden uzmanlar, bu sayede kaybedilen faydalı bakterilerin geri kazanılabileceğini söylüyorlar. Fakat her probiyotiğin aynı etkiyi göstermediğine de dikkati çeken uzmanlar, probiyotiklerin düzenli olarak her gün alınması gerekmediğini belirtiyorlar.
Çinko
Soğuk algınlığına karşı C vitamininden daha da faydalı olan çinkonun, grip ve soğuk algınlığına neden olan virüslerin çoğalmasını önlediği belirtiliyor. Uzmanlar, soğuk algınlığı ya da gripten korunmak için gereksiz oranda C vitamini almaktansa, çinko takviyesi yapılmasının çok daha faydalı olduğunu belirtiyor.
Niyasin
B3 vitamini olarak da bilinen Niyasin, her derde deva olarak bilinir. Fakat istenilen sonucu almak için genelde reçete dozajlı alınması gerekiyor. 2010 yılında yapılan bir araştırmaya göre reçetesiz olarak satılan Niyasin’in genelde kalp rahatsızlıklarına karşı etkili olduğu ve düzenli olarak alınmasının felç ve kalp krizi riskini önlediği belirtiliyor.
Sarımsak
Hoş olmayan kokusuna rağmen, sarımsağın yüksek tansiyona karşı son derece etkili olduğu belirtiliyor. 2008 yılında yapılan kapsamlı bir araştırmaya göre düzenli olarak sarımsak hapı alan ya da tüketenlerin tansiyonunun düştüğü belirlenmiş.
Sarımsağın kansere karşı da etkili olduğuna dair inanışlar var. Her ne kadar sarımsak tüketenlerde kanser riskinin azaldığı belirlenmiş olsa da, uzmanlar elde edilen bu sonuçların farklı etkenlere bağlı olabileceği konusunda uyarıyor.

Mide Ağrısı için Lifli Besinler Tüketin

Lifli besinlerin vücuda olan faydası oldukça yüksek.. Buna rağmen insanların çoğu çocukluktan başlayan ve yetişkinlik döneminde de süregelen şekilde çok az lifli besin tüketme eğilimindedirler. Oysaki vücudun alması gereken lif miktarı kadar lifli besin tüketimi, kolestrolü dengede tutar hatta düşürebilir, kan şekeri seviyesinde de sabitlik sağlamaya yardımcı olur. Günlük alınması gereken lif miktarı düşünüldüğünde vücut ne kadar lifli besinlere ihtiyaç duyuyor sorusu bizi cinsiyet ve yaş faktörüne götürür.
Vücut için zararlı olan besinleri hepimiz az çok tahmin edebiliriz değil mi.. Daha az fast-food daha fazla sebze ve meyve tüketimi.. Tabi mevsimine göre.. Tuz ve şekerin fazlasından kaçınmanız gerek.. Bunun yerine kalp dostu, vücuda faydalı besinler tüketmelsiniz..
Lifli gıdalar, sindirim esnasında gıdaların parçalanmasını sağlayan hidroklorik asidi kontrol altında tutar.. Tam tahıllı besinleri unutmayın.. Buğday, çavdar, yulaf gibi besinler tüketmeye özen gösterin.. Brüksel lahanası, havuç gibi sebzeler lifli besinlerdir, lütfen sevmesenizde yemeye çalışın.. Lifli besinler kalp krizi riskini ciddi boyutta düşürüyor.
lifli_besinler
Lifli besinler, iç organlarınızı güçlendirerek  onların daha işlevsel çalışmasına katkıda bulunuyor.. Çözünebilir lifler, kandaki kötü kolestrolü düşürmekle beraber, çözünemeyen lifler ise; mideyi ve bağırsakları güçlendiriyor.
Görüldüğü üzere lifli besinlerin faydası saymakla bitmiyor.. Günlük ihtiyacınız kadar lifli besin tükettiğinizde kendinizi daha sağlıklı hisssedeceksiniz, ve organlarınıza güç vereceksiniz..
Mide ağrısını hafifletmek mideyi sakinleştirmek için tüketeceğiniz besin grupları daha çok lifli besinler olmalı ki hem vücudunuza zarar vermemeli hem de ağrınızı dindirmeli.. Mide ağrısı geçene kadar ağır besinlerden uzak durmalı, daha çok hafif besinler tüketmelisiniz.. İhtiyacınız olansa lifli besinlerin içerisinde mevcut.. Midenizi yormayacak besinler ağrınızı daha kısa sürede geçirecektir. Yemek lokmalarını hızla değil, iyice çiğnedikten sonra yutmakta midenizin işini kolaylaştıracak yöntemlerden bir tanesi.. Mide ağrınız geçene kadar süt ve süt ürünleri tüketilmemesi de tavsiye olunuyor. Çünkü bazı bünyelerin süt ve süt ürünlerine karşı duyarlılığı işi zorlaştırabileceği gibi gaz yaparak kişinin daha fazla ağrı çekmesine de sebep olabiliyor. Bu faktörlere dikkat ettiğiniz taktirde gene de bir iyileşme sağlayamıyor ve ciddi bir durumdan endişeleniyorsanız bir hekim yardımı almalısınız..

Fast-Food Böbrekleri de Vuruyor

Türk Nefroloji Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar, fast food tarzı beslenmenin böbrek rahatsızlıklarının yanı sıra, pek çok hastalığa neden olabileceğini söyledi.

Türk Nefroloji Derneği Genel Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar, Türk Nefroloji Derneği AntalyaŞubesi tarafından düzenlenen eğitim toplantısı sonrası, basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Toplantıda son dönem böbrek yetmezliğinin tedavisinde uygulanan hemodiyaliz, periton diyalizi ve organ naklinin gözden geçirildiğini söyleyen Prof. Dr. Süleymanlar, son 5 yıldır Türkiye’de uygulanan periton diyalizi ve hemodiyaliz şeklindeki tedavilerin öne çıktığını kaydetti.

HEDEF ORGAN NAKLİ ORANINI ARTIRMAK

Kronik böbrek hastalığının Türkiye için çok önemli bir halk sağlığı olduğunu dile getiren Prof. Dr. Süleymanlar, Türkiye’de yetişkin her 18-2 0 kişiden birinde bu hastalığın var olduğunu ve ülke nüfusunun 7.5 milyonunu ilgilendirdiğini aktardı. Bu tür hastalığı olanların yaşamının ancak diyaliz veya organ nakliyle mümkün olduğunu anlatan Prof. Dr. Süleymanlar, hiç diyalize girmeden hastaları organ nakliyle sağlığına kavuşturmanın en büyük hedefleri olduğunu vurguladı.

TÜRKİYE’DE 250 HASTADA UYGULANIYOR

Organ nakli imkanı bulamayan hastalar için son 5 yıldır ’ev diyaliz’ yönteminin gündeme getirildiğini belirten Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar, evde diyalizde halk arasında karından diyaliz olarak bilinen ’periton diyalizi’ yöntemini tercih ettiklerini kaydetti. Ev diyalizlerinde hastayı çeşitli eğitimlerin ardından tedavinin içine daha aktif şekilde dahil ettiklerini vurgulayan Prof. Dr. Süleymanlar şöyle konuştu:

"Evde diyaliz uygulaması ülkemizde yeni bir tedavi. Şu an Türkiye’de 250 hastanın bu tedaviyi başarıyla uyguladığını ve bunlardan herhangi bir kayıp olmadığını keyifle görüyoruz. Ev diyalizinde hasta cebinden bir kuruş para harcamıyor. Bütün makine, teçhizat, su sisteminin kurulması Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) desteği ve ilgili sponsor firmaların bu konudaki gayretleri ve destekleriyle yürüyor."

EVDE DİYALİZ YAŞAM SÜRESİNİ UZATIYOR


Evde diyaliz yönteminin en büyük avantajının daha uzun diyaliz imkanı sağlaması olduğunu dile getiren Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar, özellikle gece diyaliz yapılmasını tercih ettiklerini, bu sayede hastaların gündüz sağlıklı bir insan gibi davranabildiğini belirtti. Diyaliz süresinin yüksek olmasının kişinin yaşam süresi yönünden de çok ciddi artıları olduğunu belirten Prof. Dr. Süleymanlar, "Yaşam süresini diğer diyalize göre uzatıyor. Kansızlık, kemik problemi, beslenme, tansiyon gibi sorunları bu vakalarda daha az görüyoruz" diye konuştu.

FASTFOOD’DA TUZ MİKTARI MÜTHİŞ


Toplantıda fastfood tarzı yiyeceklerin böbrek rahatsızlıklarına etkisinin ne olduğuna ilişkin soruyu yanıtlayan Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar, şöyle dedi:

"Fastfood bir defa son derece sağlıksız beslenme tarzı. Biz hastalığı tedavi ederek değil, hastalık olmasını önleyecek tedbirler alarak önlemeyi çok önemli hedef sayıyoruz. Ülkemizin tuz alışkanlığı artık dünyaya manşet oldu. Dünyada en fazla tuz tüketen millet olduğumuz sabit. Tuzun yapmadığı şey yok; tansiyon, kalp problemi, böbrek hastalığına katkı, mide kanserinden tutun da osteoporoza da katkısı var. Fastfood’da hakikaten tuz miktarı müthiş. Köftesinde, patatesinde, ekmeğindeki o tuz miktarıyla zaten o kişi günlük tuz ihtiyacının iki katını alıyor. Fastfood tarzı yaşam hipertansiyon, obezite, şeker, böbrek ve kalp hastalığı demektir."

SADECE EKMEKTEN 7- 8 GRAM TUZ ALIYORUZ
Türk insanının tuz kaynaklarına bakıldığında ilk sırada ekmeğin geldiğini söyleyen Prof. Dr. Süleymanlar, "Ülkemizde 400 gram ekmek tüketiliyor. Sadece ekmekten 7- 8 gram tuz alıyoruz. Bunun yanında hazır gıdaların korunması, peynir, zeytin, ev salçası, turşu eklendiği zaman karşınıza 18 gram gibi devasa bir rakam çıkıyor. Özellikle okul kantinlerinde tuzu yüksek, doymuş yağ asitleri çok yüksek olan gıdalar mutlak şekilde kısıtlanmalı" ifadelerini kullandı.

Sucuğa ''süt proteini katıldığı'' iddiası



Ulusal Kırmızı Et Konseyi Başkanı Yücesan, ''Süt proteininin sucuğa katılması yasak. Ancak salam ve sosis imalatında kullanılıyor'' dedi.

AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Ahmet Yücesan, et ürünlerine yönelik son düzenlemede çok önemli kriterlerin belirlendiğini, bunlardan en önemlisinin, sucukta mekanik kıyma kullanımına getirilen yasak olduğunu söyledi.

Yücesan, ''Düzenlemede sucuktaki protein oranı yüzde 16 olarak belirlendi. Sucuğa süt proteini katıldığı tahlillerde belli oluyor. Bu durum ancak merdiven altı ürünlerde yaşanabilir. Bu tür suistimaller her dönemde olabilir'' diye konuştu.

Bebeğini bebe bisküvisi ile besleme



Bebeklerinizin sağlıklı büyümesini istiyorsanız reklamlara aldanmayın! Onları evde hazırladığınız doğal besinlerle besleyin!



Kalp ve İç Hastalıkları Uzmanı, ünlü ekran yüzü 
Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay'dan yine tartışma yaratacak bir açıklama. Şahsi facebook hesabından "Bebeğini bebe bisküvisi ile besleme" şeklinde açıklama yapan Karatay, sağlıklı beslenen bebekler için reklamlara aldanmama çağrısı yaptı.
Hiç bir gıdanın anne sütü gibi olamayacağını ifade eden Karatay, "Bebeklerinizin sağlıklı büyümesini istiyorsanız reklamlara aldanmayın! Onları evde hazırladığınız doğal besinlerle besleyin!
Hiçbir gıda "Anne sütü gibi" olamaz ve onun yerini tutamaz! Çocukların gelişimi hazır mama ya da bisküvi ile olmaz! Olduğunu iddia edenlere duyurulur." dedi.

23 Şubat 2014 Pazar

Salyangozun dolmaları Fransa'ya

Bilecik'te 25 yıldır faaliyet gösteren bir fabrikada, kadınların el emeğiyle işlenen salyangoz ve su ürünleri, başta Fransa olmak üzere Avrupa'nın birçok ülkesine ihraç ediliyor.

Fabrika Müdürü ve Su Ürünleri Mühendisi Yılmaz Akın, tesise gelen salyangozları, pişirme, kalibre etme, dolma ve tereyağlı olmak üzere işlemlerden geçirdiklerini, bu ürünleri ihracata hazır hale getirdiklerini anlattı.

Üretim kapasitelerinin üzerinde çalıştıklarını ifade eden Akın, şunları kaydetti:
"2 yıldır 'High level' olarak sertifikamız yenilenmekte. Bu, bizim için ve Türkiye için gurur verici bir olay. Önümüzdeki yıllarda inşallah, daha hijyenik ve daha kaliteli üretimler yapmak amacındayız. Yılda 700 ton salyangoz pişirme kapasitesine sahip tesisimizde şu anda üretim kapasitemizin üzerinde çalışıyoruz. Etli, tereyağlı, soslu olarak işlediğimiz yaklaşık 900 ton salyangoz dolmasını ihraç ediyoruz. Fransa, dünya bazında özellikle salyangozda söz sahibi. Diğer dünya ülkeleri, daha çok taleplerini Fransa'dan karşılamaktalar çünkü salyangoz, Fransa'ya özgü bir yemek."

"Türkiye'de su ürünleri, ciddi şekilde işlenmeye başladı"

Ülkemizde su ürünlerini işleyen firmaların ciddi şekilde çalıştığını, kaliteli ve hijyenik ürünlerle Avrupa'ya ihracat yaptığını dile getiren Akın, özellikle Fransa'nın taleplerinin yüzde 80'ini karşılayan firmaların önemsenmesini istedi.

Akın, büyük bir özenle hazırladıkları ürünlerin, Avrupa'daki büyük marketlerde satışa çıkarıldığını bildirerek, şöyle devam etti:

"Özellikle Türkiye'de elle sayılır miktarda bu işi ciddi yapan, su ürünleri işleyen firmalar var. Bu firmalara bence daha önem verilmeli. Çünkü bu firmalar, çalıştıkları ortam itibariyle çok hijyenik ve kaliteli imalat yapabildikleri takdirde ancak ihracat yapabilmekteler. Avrupa Birliği ülkelerinin, özellikle de Fransa'nın talebinin yüzde 70-80'ini Türkiye olarak karşılamaktayız. Bu bizim için ve Bilecik için büyük bir gurur kaynağı. Biz, bu işin sadece salyangoz ayağındayız ama müşteri bize sipariş sunduğu takdirde, biz marina hamsi, midye dolması, lüfer, mezgit ya da çipura gibi balık filetolarına da talep olursa, bu talebi karşılayacak kapasiteye sahibiz."
Ağırlıklı olarak kadınların istihdam edildiği firmada 61 kişinin çalıştığını anlatan Akın, 2010 yılında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Kırsal Kalkınma Projeleri kapsamında ortaklaşa hayata geçirilen "Soğuk Hava Deposu Projesi" sayesinde, 20 kişinin istihdam edildiğini sözlerine ekledi.

Tarım ilacı niyetine kola kullanıyorlar


Hindistan'da çiftçiler "hem ucuz hem etkili" olduğu için Pepsi ya da Coca Cola ürünlerini zirai ilaçlamada kullanıyor.


Hindistan'ın güney eyaletlerinden Chhattisgarh'da çiftçiler fiyatı zirai ilaçlardan daha ucuz olduğu için zararlılarla mücadelede Pepsi ve Coca Cola ürünlerini kullanıyor. Ziraatçiler de Cola'nın içerdiği yüksek karbonhidrat ve şeker oranı nedeniyle haşerelerin bağışıklık sistemini çökertebileceğini ve zirai mücadelede çiftçilerin işine yarayabileceğini belirtiyor. Pepsi ve Coca Cola şirketeleri ise içeceklerinde zirai ilaçlamada kullanılabilecek hiçbir madde bulunmadığını belirterek iddiaları yalanlamaya çalışıyor.

Hindistan'ın güneyindeki Chattisgarh ve Andra Pradesh eyaletlerinde çiftçiler zararlılarla mücadelede yaratıcı bir buluşla ortaya çıktı. "Hem ucuz hem etkili" diyorlar ve Pepsi ya da Coca Cola ile ilaçlanan tarlalarının yemyeşil kaldığını söylüyorlar.
Cola su ile karıştırıldıktan sonra ilaçlamada kullanılıyor
Yüzlerce Hintli çiftçi artık uluslararası kimyasal tarım ilacı şirketlerinden pahalı ilaçlar almak yerine, pamuk ve biber tarlalarını Coca-Cola ile ilaçlıyor.

Andra Pradesh'li çiftçi Gotu Laxmaiah, yeni ilacından çok memnun olduğunu söylüyor. Cola püskürttükten sonra tarlasındaki haşerelerin ölmeye başladığını görmüş.

Ziraat uzmanları, bunu Colalı içeceklerin içindeki yüksek şeker oranının, tarım haşerelerine karşı etkili olabileceğini söyleyerek açıklıyor.

Ama Pepsi ve Coca-Cola şirketleri, ürünlerinin içinde haşerelere zarar verecek hiç bir madde bulunmadığında ısrar ediyorlar.