Küresel ısınma başta olmak üzere, artan nüfus ve yükselen refahla birlikte daha fazla günlük kalori gereksinimi gibi birçok nedenle 2050’lerde bugünkü üretilen gıda maddeleri miktarının %50-%70 artırılması gerektiği öngörülmektedir.
Küresel ısınma başta olmak üzere, artan nüfus ve yükselen refahla birlikte daha fazla günlük kalori gereksinimi gibi birçok nedenle 2050’lerde bugünkü üretilen gıda maddeleri miktarının %50-%70 artırılması gerektiği öngörülmektedir. Fakat nüfus artışından kaynaklanan kişi başına yıllık tarım alanlarındaki dramatik düşüş ilgilileri gerçekten düşündürmektedir. Nitekim şu anda her yıl işlenen 1,38 milyar hektar araziden bir kişiye düşen pay, 1960’larda 4,5 dekar (4500 m2) iken 2010 yılında 2,4 dekara düşmüş, 2050 yılında da 1,8 dekara inmesi beklenmektedir. Peki bu açık nasıl kapatılabilecektir? Yalnız birim alandan kaldırılacak ürünün, yani verimin artırılması çare olabilir mi? İşte burada tarım stratejistlerinin gelecekte hangi tarım ürününün ne miktarda tüketilmesinin beklendiğini bilme zorunluluğu öne çıkmaktadır. Bu soru başta FAO, Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD), Dünya Gıda Programı (WFP), Dünya Kaynaklar ıEnstitüsü (WRI) ve CGIAR gibi çok sayıda uluslar arası kuruluş raporlarında yanıt bulmaktadır. Çizelgeden de anlaşılacağı gibi ana ürünlerin 2005, 2006 ve 2007 yıllarında kişi başına yıllık tüketim ortalamaları ile 2050 yıllarında beklenen değerler ele alınmış ve farkların, gözlenen değerlere oranı (%) hesaplanarak son sütundaki çarpıcı verilere ulaşılmıştır. Bu rakamlara dayanarak, hangi ürünlerin daha çok tüketileceği kolayca anlaşılmaktadır. Bu verilere göre gelecekte bazı ürünlerin araştırmasına, yatırımına ve üretimine öncelik verebiliriz.
AB 2007’de işleme koyduğu 7. Çerçeve araştırma projelerinde bilme dayalı biyoekonomik projelerinde önceliği baklagil ağırlıklı bitkilere vermiştir[1]. Bu yaklaşımda ilke, Akdeniz diyetinin temel gıdası olan bu ürünün, özellikle kuzey Avrupa’ya yayılması ve sağlıklı beslenme açısından toplumuna sahip çıkarken, sağlık giderlerini de azaltmaktı. Bu örnekten hareketle, çizelgedeki oranları ülkemiz tarımı için tek tek ele alalım:






Bu gıda katagorilerinin beklenen artışlarına göre her ülkenin gerekli yatırım ve araştırmalara yeniden yön vermesi gereği karşımıza çıkıyor. Peki, politikacısından bürokratına, bilim adamından, yatırımcı özel sektörüne bu detaylara ne oranda vakıfız? Geleceğin planlanmasında zaten adı geçen şahıs ve birimler değil de “düşünce kuruluşları” görev üstlenmişlerdir.
Daralacağı beklenen ekim alanlarına karşın daha fazla üretmek için birim alandan daha fazla verimi sağlayacak biyoekonomik araştırmalar için bütün ülkeler adeta yarış içindedirler. Diğer taraftan küresel ısınma ile birlikte oluşacak koşullara uyabilecek yeni çeşitler (bakınız) için her ülke bitki ıslahına yönelik çok farklı sistemler-stratejiler geliştirmek zorundadırlar. Nitekim BRIC ülkeleri tarımsal araştırma sistemlerini adeta yeniden yapılandırmışlardır. BREZİLYA tohum ıslahının önemini fark eden ilk gelişmekte olan ülke olarak- Tarım Bakanlığı, Tohumculuk sektörünü ve Üniversiteleri Tarımsal Araştırma Konseyi “EMBRAPA” adı altında toplamıştır. Bu kuruluş Brezilya’nın birçok üründe dünya pazarında lider olmasını sağlarken, yalnız “çeşit geliştirme” ile de kalmamıştır. Geliştirilen çeşitler öylesine agronomik olanaklara fırsat yaratmıştır ki, üreticisine bir yılda iki soya ve bir yılda “buğday + soya” yani aynı araziden yılda iki ürün alma fırsatı sağlamıştır (bakınız).
Hindistan tarımsal araştırmalarını ICAR (Hindistan Tarımsal Araştırma Konseyi) 59 enstitüsü, 69 Ziraat Üniversitesi ve 636 istasyonu ile onlarca kültür bitkisinde biyotek çeşit adayları ile ülkenin yarınları için gerekli yeni çeşit gereksinimini karşılamaktadırlar
Peki, Türkiye onlarca Ziraat Fakültesinde (biyoloji bölümlerini de unutmayalım) çalışan binlerce araştırıcıyı devreye sokmayarak, yani bir ulusal “Tarımsal Araştırma Konseyini” hala kurmadan geleceğin yeni çeşitlerini nasıl geliştirecek? Batıda var olan özel bitki ıslahı kuruluşları genelde Üniversite kaynaklı “melek yatırımcılarca” kurulmuştur. Tabii ki Üniversitenin devrede olmadığı genetik çalışmalar, gerekli yarı-yol materyali sağlayamayacaktır. İşte royalite de (ıslahçı hakkı) ödenerek ithal etmek zorunda kaldığımız TOHUMUN çözülemeyen sorunu burada başlıyor.
Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder